Alışveriş merkezleri, metrolar, havalimanları gibi mekânlar yok-mekânlardır. İçeride kendilerine özel bir zaman ve insanlardan oluşan bir mekanizmaya sahiptirler. Dünyanın farklı yerlerinde aynı sistemle tasarlanmış ütopyalar gibi davrandıkları için farklı bir dünya tasviridir.
Mekân, terim olarak sorgulanan ve sorgulanması gereken bir kavramdır. Mekân, kendisini oluşturan ya da onu etkileyen unsurların değişimiyle sınırlı değildir. Ev, cami, kültür merkezi, han gibi mekânlara bakılacak olursa, bu sorgulama için bir önayak oluşur. “Ev nedir?” gibi sorular bugüne kadar popülerliğini kaybetmemiştir ve özellikle pandemi süreciyle birlikte bu popülerlik artmıştır. Evin sadece boyutuyla ilgili değil; manzarasıyla, sokağıyla, sessizliğiyle, ulaşımıyla ve çevre ile iletişimiyle ilgili sorular gündeme gelmektedir. Bu gibi mekânlara bir aidiyet hissedilir, bu mekânlara bize ait olduğu için değişime açıktır ve zaman-mekân çerçevesi içinde bize bir hayat sunmaktadır.
Bu zaman-mekân çerçevesinde geçen insan hayatında bu çerçeveye istisna olduğu söylenebilecek bir durum bulunmaktadır: yok-mekân. Augé (1997), bu kavramı açıklarken yer ve yer-olmayan zıtlığını kullanmaktadır. Eğer yer, kimlik ve aidiyet, diğer şeylerle ilişki ve tarihsel bir sürecin parçası olarak tanımlanabiliyorsa, bu şartlara uymayan yerlerin de yer-olmayan’ı tanımlayacağını söylemektedir. Bu açıklamaya örnek olarak da hava, demir ve kara yollarını ve taşıtlarını, metroları, havalimanlarını, gar yapılarını ve alışveriş merkezlerini vermektedir. Bu mekânlar işlevsel olarak kullanılır ve orayla ilgili bir bağlantı kurulmadan/kurulamadan yer değiştirilir. Bu noktada mekân, tanımını ve işlevini kaybettiğini için yok-mekân olarak tanımlanmaktadır.
Bu yok-mekân örneklerinden birine gidildiğinde nerede bulunulduğu anlaşılmaz. Bir kimlik, aidiyet duygusu ya da tarih yoktur. Bu mekânlar orada olması gerektiği için yapılmıştır sadece. İşlevsel olarak kullanıldıktan sonra başka bir amacı kalmaz. Dış dünyadakinden de farklı bir zaman akışına sahiptir. Alışveriş merkezlerinde pencere olmamasının sebebi onların bir yok-mekân olmasıdır. İçeride zamanın nasıl geçtiğinin farkına varılmaz. Kullanıcıyı yönetmeye yönelik tasarlanmıştır. Deneyimcinin o mekânda zaman geçirmesi değil teknolojik araçlarla yönlendirilmesi amaçlanmıştır. Son olarak da tanıdıklaştırılmıştır. Daha önce hiç bilmediğiniz bir metro istasyonuna girdiğinizde ne yapmanız gerektiği bilirsiniz.
Çevreyle ilişkilerin neredeyse tamamen yok olduğu bu yapılarda insanın nerede, hangi kültüre ve tarihsel sürece ait olduğunu bilmediği bu yok-mekânlarda aidiyet, kimlik ve özgül deneyim gibi sorunlarla karşılaşılmaktadır.Bu anlamda yok-mekânlar alanla bir iletişim kuramadığı için onarı özel yapan bir özelliğe de sahip değillerdir. Bu tür mekânlar dünyanın her yerinde aynısı yapılabilen sistemler silsilesine dönüşmektedirler. Her ne kadar kültürü belli etmek için bazı düzenlemeler yapılsa da bu tür mekânlar yok-mekân olmaktan kurtulamaz. Örneğin Moskova’daki metro istasyonlarında kendi mimari kültürlerinin etkileri görülmektedir. Ama yine de Moskova’nın neresinde olunduğu bilinmemektedir. Bu sebeple bu istasyonlar da yok-mekân olmaktan kurtulamamıştır.
Bu anlamda yok-mekânlar alanla bir iletişim kuramadığı için onu özel yapan da bir özelliğe sahip değildir. Dünyanın her yerinde yapılabilir aynı sistemler silsilesine dönüşmektedir.”
Yer-olmayan mekânlarda zaman farklı işlemektedir. Bu mekânlar dış ortamla bir bağlantıları olmadığı için kendi zaman düzenini oluşturmaktadırlar. Öyle bir zaman düzenidir ki bu, dış dünyadaki sabah, öğle ve akşam zaman düzeninden bile arındırılmıştır. İçeride her an birbirinin aynısıdır. Öğlen saatlerinde içeri girdiğimiz bu mekânlardan dışarı çıktığımızda havanın kararmış olmasına her zaman şaşırmışızdır. Sabah, öğle ya da akşam ışıklar sürekli olarak yandığı için tek bir zaman düzeni oluşturmuşturlardır kendilerine. Öyle ki bu mekânlar kendi mevsimlerini bile oluşturacak kadar dışarısı ile bağlantısız olabilecek düzeydedir. Bu sebeple de insan bundan önceki hayatında zaman-mekân çerçevesiyle yaşadığı, hava kararınca evine gittiği, güzel bir havada dışarı çıktığı bir zamandan ayrılarak sürekli aynı olan bu atmosfer içerisine girmektedir. Bu bakımdan yok-mekânlar diğer yerlerden farklılık göstermektedirler.
Sabah, öğle ya da akşam ışıklar sürekli olarak yandığı için tek bir zaman düzeni oluşturmuştur kendisine. Öyle ki, kendi mevsimini bile oluşturacak düzeydedir.”
Yok-mekânlar birtakım kurallar çerçevesine oturmaları sebebiyle ütopya özelliği göstermektedirler. İnsanların nerede ne yapmaları gerektiği önceden bellidir. Bu mekânlarda özgür değillerdir. Çevredeki teknolojik uyaranlara tepki göstermek ve onların gösterdiği yolu izlemek bu mekânlardaki asıl harekettir. Bu mekânlardaki tabelaların insanlara yol göstermesiyle sistem çalışmaktadır. Belirlenen yerlerde belirlenen fonksiyonlarla kısıtlanmış hareketler mevcuttur. Bu sebeple de yok-mekânlar insanın bir makine parçası gibi davrandığı yerlerdir.
Yok mekânlar bir kurallar çerçevesine oturması sebebiyle de ütopya özelliği göstermektedir. İnsanların nerede ne yapmaları gerektiği önceden bellidir. Bu mekânlarda özgür değillerdir.”
Son olarak da yok-mekânlar tanıdıklaşmışlardır. Hiç bilinmeyen bir alışveriş merkezine girildiğinde kaybolmak kolay değildir. İçeri girildiği anda sistemin bir parçası haline gelir insan. Daha önce de bu yok-mekân sisteminin bir parçası olduğu için oraya uyum sağlaması kolaylaşmıştır. Bu projeler bulunduğu çevreye göre özel olarak yapılmış şeyler olmadığı için dünyanın her yerinde neredeyse aynıları yapılabilir karakterdedirler. Bu sebeple de dünyanın her yerinde aynı fonksiyona sahip yok-mekânlar birbirleriyle benzerlik göstermektedirler.
Sonuç olarak, tanımlara uyan ve uymayan olarak ikiye bölünme meselesi mekân kavramında da kendine yer bulmuştur. Boşu tanımlamak için doluya, kapalıyı tanımlamak için açığa ihtiyaç duyulduğu gibi yok-mekânı tanımlamak için de mekânı iyi bilmek gerekmektedir. Mekân olgusu sınırsız olduğu için mekân kavramını çevrede görülen çeşitli alanlardan ziyade dünyanın geneliyle ilişkilendirmek gerekir. Mekânlar birbirlerinden etkilenir ama içerideki yaşam ve kullanım şekilleri farklılıklar gösterebilmektedir. Yok-mekânlarda ise bu etkileşim bu tür mekânların neredeyse birbirinin aynısı olmasına sebebiyet vermektedir.
Leave a Reply